GEZİ

‘’İçindeyken çok acı aşk dönüp geçmişe bakınca güzel’’ diyor Hande Yener bir şarkısında. Bence GEZİ de öyleydi, çok acıydı, çok sertti ve korkunçtu ama dönüp bakınca, aynı  biten aşk gibi sadece güzel anları aklımızda. Vallahi bu politik bir yazı değil çünkü ben çok usturuplu yalan söylerim.

gezi-parki

İstanbul’a taşınalı üç sene filan olmuştu, sinirliydim, alışamamıştım ve sayısız defa kazıklanmıştım. Zaten depresyona meyilli olan ruhum,  bu kez haklı sebeplerle dama demişti. Ben de tası tarağı toplayıp, İzmir’e gidip azıcık huzura ereyim demiştim. İyot ve rakının insanın ömrünü uzattığını söyleyen bir yazlık komşum vardı. Bence alkolikti ama asla kabul etmiyordu bu durumu, ona göre deniz kenarında içilen rakı insana anca yarar sağlardı. Tezinde haklı çıkmıştı aslında, maddi sıkıntılardan dolayı yazlığı satıp, şehir merkezindeki evlerine taşınmak zorunda kaldıklarında çok geçmeden vefat etmişti.

Deniz ve rakının benim de depresyonuma iyi geleceğine inanıp; parmak arası terliklerim, basketçi şortum ve emektar çantam ile yola çıktım. Depresyondan dolayı, acayip apolitiktim zaten ülkede bir karışıklık, bir dikleşme, bir sertleşme vardı ama hep vardı, farkını anlamamıştım. Benim İzmir’e vardığım 27 Mayıs gecesi GEZİ OLAYI patladı. Ağaçlara sarılan gençler ve polis çatışıyordu. Polis biraz sertti, sekste sertlik hoştur ama reel hayatta hoş görülmesi mümkün değildi. Azıcık dinlenirim diye tatile gittiğim İzmir’de biranda kendimi, Lozan Meydanı’nda direnirken buldum. Biber gazı kafa yapıyordu, içindeki bir madde cesaret hormonunu coşkuluyordu. Yılmıyorduk, İstanbul’daki arkadaşlarımız gibi direniyorduk açık konuşayım onlar biraz daha fazla direniyorlardı. İzmirliler çok geçmeden direnmekten sıkılıp Çeşme’ye tatile gittiler. Ben de gittim, bir kaç gün dinlenmem lazımdı çünkü; kimyasal gaz solumaktan ciğerlerimin varlığından şüphe ediyordum.

Deniz, kum, güneş… ama huzurlu değilim en yakın arkadaşlarım gezide ağaç koruyor ben de renk almayı bekliyorum olmadı tabii ki. Yazlıktan apar topar dönmeye hazırlanırken, ağaçlardan nefret eden yan komşumuzun ölüm haberi geldi. Kötü bir adam değildi aslında sadece ağaçları sevmiyordu. Manzarasını bozuyor diye,  biz evde yokken ya da bir kaç günlüğüne İzmir’deyken gizli gizli ağaçların dibine tuz ruhu döküyormuş, diğer komşularımız söylemişti. Aslında annem gerek kibar, gerek kendine has tarzıyla defalarca uyarmıştı; ‘’yapma, etme, seni tutuklatacağım, televizyonlara haber verip rezil edeceğim seni, sokağa çıkamayacaksın’’! komşumuz evinin tadilatı sırasında, ustaların defalarca üstünden geçerek sağlamlığını test ettiği tahta iskele, ağaç sevmez amca adım adar atmaz kırılmış.

Doğa sessizdir, alttan alır, cahilliğimize verir ama sandığımızdan daha kudretli ve yer yer öfkelidir.

Bu sebepten  eğer birlikte yaşamak istiyorsak herkes birbirinin yaşama hakkına saygı duyacak birincil koşul bu. İkincil koşul da insan sevmeyebilirsin anlarım-hatta niye sevesin ki?- ama doğayı ve hayvanları seveceksin, koruyacaksın, kollayacaksın.  Doğa anının kafasını bozmayacaksın, sinirlendirmeyeceksin sonra başına geleceklerden ben sorumlu olmam. Uyarmadı demeyin mahiyetindeki bu yazım kulağınıza küpe olsun.

Gezi Direnişindeki tüm masumlara sevgiler, saygılar, dualar…